“Şirketlerde hiçbir vizyon, hiçbir strateji, yetkin ve güçlü kılınmış çalışanlar olmadan hayata geçemez.”
Çalışanları güçlü kılma, veya İngilizce orijinal adıyla Empowerment, kırk küsur yıldır dolaşımda olan ancak son yıllarda ne yaptığını bilen şirketlerin yönetim sözlüğüne daha kuvvetli bir şekilde girmiş bir kavram. Burada kastedilen, çalışanların insiyatif kullanabilmeleri, kararların yetkinlik düzeyinde alınabilmesi, problemlerin görülüp geçilmemesi, inovatif fikirlerin rahatça gündeme getirilebilmesi, ve her kademede liderlerin ortaya çıkabilmesine uygun bir ortam yaratma.
KLASİK YAKLAŞIM YETERSİZ
“Empowerment” neden artan bir önemde gündeme geldi? Çünkü günümüzün iş ortamı giderek daha karmaşık, buna karşılık daha dinamik olmayı gerektiren bir şekilde gelişiyor. Bunun değişeceği konusunda da bir beklenti yok. En öndeki bir lokomotifin, arkadaki vagonlarda ne olduğunu bilmeden çektiği uzun bir tren katarı sürdürülebilir bir durum değil. Üstelik artık sürekli durumu hızlı bir şekilde okuyup, doğru zaman ve doğru kavşakta makas değiştirmek gerekebiliyor. Bu da yalnızca en tepedeki tek kişiyle, hatta yalnızca organizasyondaki atanmış liderlerle yürütülebilecek bir şey değil.
Desek ki işi makinelere bırakalım, maalesef ortalıkta gezen yanıltıcı hissiyata rağmen “yapay zeka” henüz birçok konuda insan düzeyinde kararlar alabilecek noktada değil. Hele inovasyon yapacak ve yaratıcılık ortaya koyacak noktada hiç değil. Şirketlerin insanlarla çalışarak üstün sonuçlar alması gerekiyor, ve hiçbir vizyon, hiçbir strateji, yetkin ve güçlü kılınmış çalışanlar olmadan hayata geçemez. Yıllar içerisinde, teknolojinin de desteğiyle, şirketlerin çalışanlarından beklentileri arttı. Benzer şekilde çalışanlar da artık şirketlerden ve iş hayatından farklı beklentilere sahipler. Kalifiye insanlar, uyanık saatlerinin çoğunu ayırdıkları işte bir amaç bulmak, yaptıkları ile tanınmak, iz bırakmak istiyorlar. Tabi saygılı davranışı ve fikirlerine değer verilmesini de…
BAŞARININ TEMEL DİREĞİ
Güçlendirilmiş çalışanlar, yeni fikirler bulmada, yeni iş metodları önermede, başkalarına yardım etmede, tanımlanmış görevlerinin dışında şirkete destek olmada gönüllü davranırlar. “Empowerment”ın bir şirketin performansına katacağı çok şey var, ve özellikle şirket inovatif olmak istiyorsa bu bir zorunluluk. Ancak birçok şirkette bunu uygulamanın bir limiti var. Öncelikle bu iki taraflı bir denklem. Hem liderlerin, hem de çalışanların bunu istemesi lazım. Lafta destekleyip ayak sürüyen yöneticiler, ve kendini geliştirme, işine hakim olma fırsatı değil, ekstra iş ve sorumluluk tuzağı olarak gören çalışanlar olacaktır. Yöneticiler görüntüde “empowerment”ı severler, ancak güvendikleri ve iyi bildikleri sistem kontrol ve kumanda modelidir. Çalışanlar ise karışık duygular taşırlar. İş kişisel hesap vermeye gelmedikçe “empowerment” iyidir.
“Empowerment”ın rutin işlerde katkısının daha az olduğunu söylemem lazım. Ayrıca uygulandığı kişilerde yetkinlik eksikse ve amaç netliği yoksa tam tersi sonuçlar doğurabilir. Dolayısıyla kişi ve iş kategorisi bazında selektif uygulanmalıdır. Güçlü kılma da aslında doğru bir laf değil. Konu kişilerin içindeki gücü serbest bırakma ile ilgili. Hiyerarşik bakış açısına o kadar alışmışız ki, tepeden aşağı mantıktan kurtulamıyoruz. İşin özü, inovatif bir kültüre sahip şirketlerde “empowerment” konu bile olmaz. Çünkü zaten o mantıkta bireyler ekibin çoğunu oluşturur ve güçlü kılmanın sonucu olan çalışan angajmanı şirketin başarısının temel bir direğidir.
Ali Özgenç